‘İstanbul Film Festivali’ Kategorisi için Arşiv


Festival sponsorluğunu Akbank’ın üstlendiği 30. İstanbul Film Festivali’nin biletleri
19 Mart Cumartesi günü satışa çıkıyor!
Sinemaseverler İstanbul Film Festivali biletlerini, 19 Mart Cumartesi günü saat 10.00’dan itibaren;
           BİLETİX satış noktaları
           BİLETİX çağrı merkezi (0216 556 98 00) ve
           http://www.biletix.com ve
           Atlas, Beyoğlu ve Rexx sinemalarında açılacak ana gişeler
alabilecek.
30. İstanbul Film Festivali’nde bilet fiyatları tam 12 TL; öğrenci ile 65 yaş ve üstü için 8 TL olacak. Akbank Galaları ve 3 boyutlu filmlerin biletleri ise 15 TL.
Festival boyunca, hafta içi gündüz seansları da (11.00-13.30 ve 16.00) yalnızca 4 TL. Ayrıca festivalin Türkiye Sineması bölümünde yer alan filmler için de bilet fiyatı tüm seanslarda yine 4 TL olacak.
Festivalde ayrıca, 19 Mart-1 Nisan tarihleri arasında 30 bilet ve üzerinde alacak sinemaseverler için %10 özel indirim de uygulanacak. 
Festival Sponsoru Akbank’ın Axess kart sahiplerinin, hafta içi gündüz seansları ve Türkiye Sineması bölümünde yer alan filmler hariç tüm festival filmlerinin biletlerini % 20 indirimle alabileceklerini de hatırlatalım.
Festivalde filmleri en ucuza izleme şansı yine Lale üyelerinin
Festival boyunca filmleri en ucuza izleme şansı Lale üyeleri’nin olacak. Lale üyeleri biletlerinde %25’e varan özel indirimlerden yararlanabilecekler. Lale Kart sahipleri için indirimli ön satış dönemi 15–18 Mart.
PasoFilm! Kartıyla öğrenciler, bu yıl festivalde daha avantajlı!
İstanbul Film Festivali’nin geçtiğimiz yıl öğrencilere özel başlattığı PasoFilm! Kart bu yıl da öğrencilere avantajlar sağlamaya devam edecek. Üniversite ve lise öğrencileri, PasoFilm! Kart ile festival biletlerini genel satışı başlamadan 18 Mart Cuma günü Beyoğlu Sineması’ndan öncelikli olarak alabilecek, festival kitapçığına ücretsiz sahip olabilecek ve hafta içi gündüz seanslarından birine davetiyeyle girme hakkı kazanacaklar. PasoFilm! Kartı İKSV’den ve “Festivalden Önce Okullardayız” gösterimlerinin yapılacağı bütün okullardan, 20 TL karşılığında temin edilebilir.
Bilet alırken yıldızlı filmlere dikkat…
İstanbul Film Festivali’nde,  konuk yönetmen veya oyuncuların katılımıyla gerçekleşecek 107 seans, festival kitapçıklarında işaretlendi. Aralarında Béla Tarr, Claire Denis ve Claude Lanzmann gibi ünlü yönetmen ve oyuncuların da olduğu festival konukları kendi filmlerinin gösterimleri öncesi sinemada izleyicilerle buluşup, film sonrasında da filmle ilgili sorulara yanıt verecek.
Festivalde 21 bölümde 52 ülkeden 256 yönetmenin 231’ün üzerinde filminin yanı sıra konukların katılımıyla renklenecek sinema dersleri, söyleşiler ve seminerler de yer alıyor.
Festivalin gösterimleri Beyoğlu’nda Atlas, Beyoğlu, Fitaş 1, Fitaş 4, Pera Müzesi, Nişantaşı’da CityLife Cinema (City’s) ve Kadıköy’de Rexx olmak üzere toplam 7 sinema salonunda gerçekleştirilecek. Filmlerin gösterim saatleri: 11.00, 13.30, 16.00, 19.00 ve 21.30. Festivalin büyük ilgi gören Geceyarısı Sineması gösterileri bu yıl da sürüyor. Festival süresince her cumartesi gecesiyle festivalin ikinci perşembesinde, saat 24.00’te bir film izleyicilere sunulacak.
Sinemaseverler on beş gün boyunca ellerinden düşürmeyecekleri İstanbul Film Festivali kitapçığını festival sinemalarından (Atlas, Beyoğlu, Fitaş, City’s, Rexx) ve İKSV merkezinden 3 TL karşılığında temin edebilirler.

İstanbul Film Festivali bu yıl 30. yılını kutluyor. Akbank sponsorluğunda 2-17 Nisan tarihlerinde gerçekleştirilecek 30. İstanbul Film Festivali öncesinde, geçmişten günümüze tüm festival izleyicileri “Film Gibi 30 Yıl” bloğunda buluşuyor!


Akbank sponsorluğunda, 2-17 Nisan tarihlerinde gerçekleştirilecek İstanbul Film Festivali bu yıl 30. yaşını kutluyor. Festivalin 30. yılına özel sürprizlerinden ilki, geçmişten günümüze tüm festival seyircilerini buluşturacak “Film Gibi 30 Yıl” bloğu olacak.
http://www.filmgibi30yil.com adresinden yayına başlayan 30. Yıl özel bloğu, festival izleyicilerinin festivalle ilgili anılarını paylaşabileceği, eski biletlerinden fotoğraflarına, broşürlerden kataloglarına birçok hatırayı sergileyebileceği, festival sayesinde edindikleri arkadaşlardan, dinleme fırsatı buldukları yönetmenlerden bahsedebilecekleri interaktif bir platform oluşturmayı amaçlıyor.
Blog festival seyircilerini, festival anılarını tazelemeye davet ederken, oylamalarda en beğenilen anıyı seçme ve birçok sürpriz hediye kazanma imkânı da sağlayacak. “Film Gibi 30 Yıl” blogu, İstanbul Film Festivali’nin 30. yıl heyecanını paylaşmak isteyen tüm sinemaseverleri, film gibi hatıralarını paylaşmaya davet ediyor!
İstanbul Film Festivali, 2-17 Nisan tarihlerinde İstanbullu sinemaseverleri dünya sinemasının en seçkin ve başarılı filmleriyle, özel gösterilerle, yıldız oyuncular ve usta yönetmenlerle otuzuncu kez buluşturmaya hazırlanıyor. 30. İstanbul Film Festivali programı yakında www.iksv.org/film adresi üzerinden açıklanacak.
İstanbul Film Festivali’yle ilgili anıları okumak ve paylaşmak için: http://www.filmgibi30yil.com

Uluslararası İstanbul Film Festivali bu yıl 30. yılını kutluyor. Akbank sponsorluğunda 2-17 Nisan tarihleri arasında gerçekleştirilecek 30. Uluslararası İstanbul Film Festivali Sinema Onur Ödülleri, yönetmen Yusuf Kurçenli, görüntü yönetmeni Ertunç Şenkay ile Türk Sineması’nın unutulmaz ikilisi Metin Akpınar ve Zeki Alasya’ya takdim edilecek.
Uluslararası İstanbul Film Festivali tarafından her yıl verilen Sinema Onur Ödülleri bu yıl Türk Sineması’na imzasını atan dört büyük isme verilecek: Yönetmen Yusuf Kurçenli, görüntü yönetmeni Ertunç Şenkay ve Türk Sineması’nın unutulmaz ikilisi Metin Akpınar ile Zeki Alasya. Türk Sineması’nın bu dört büyük ismine ödülleri, 1 Nisan Cuma akşamı Lütfi Kırdar Sergi ve Kongre Sarayı’nda gerçekleştirilecek 30. Uluslararası İstanbul Film Festivali Açılış Töreni’nde takdim edilecek.
Haldun Taner, Ulvi Uraz gibi büyük tiyatro ustalarının yanında geliştirdiği oyunculuğuyla Metin Akpınar, Türkiye’nin ilk kabare tiyatrosu Devekuşu Kabare Tiyatrosu’nun kurucuları arasında yer aldı. Kurulduğu 1967 yılından kapanana kadar tiyatronun idari müdürlüğünü de üstlenen Akpınar, 70’lerden itibaren sinemada da kendisini gösterdi. Arzu Film çatısı altında, 40 yıl boyunca 50’yi aşkın filmde unutulmaz kompozisyonlar çizen Akpınar, son dönemde TV dizilerinde başarılı kariyerine devam ediyor.
Tiyatro hayatına 1959 yılında amatör olarak başlayan ve hızla profesyonelliğe adım atan, Devekuşu Kabare Tiyatrosu’nun kurucuları arasında yer alan Zeki Alasya, sinema kariyerine 1973 yılında başladı.  Film ve TV dizilerinde toplam 64 oyunculuk, 28 yönetmenlik ve 8 senaryo denemesiyle uzun yıllar çok verimli ve üretken bir çaba gösteren Alasya, komedinin yanı sıra dramlar veya siyasal çağrışımlı filmler de yönetti.
Sinema Onur Ödülü’nün sahibi olacak bir diğer isim, yönetmen Yusuf Kurçenli, Türk Sineması’na kazandırdığı filmleriyle gerek beyazperdeden gerekse televizyon ekranlarından sinemaseverlerin sevgisini kazandı. 1977 yılında Özgürlüğün Bedeli adlı film ile başladığı sinema hayatında Ve Recep Ve Zehra Ve Ayşe (1983), Gramofon Avrat (1987), Çözülmeler (1994), Gönderilmemiş Mektuplar (2002) ve Yüreğine Sor (2010) gibi filmleriyle uzun soluklu bir kariyer çizen Yusuf Kurçenli’nin unutulmaz eserlerinden Karartma Geceleri (1990) de İstanbul Film Festivali kapsamında gösterilecek.
Sinema Onur Ödülleri’nden dördüncüsü, Türk Sineması’nın en büyük kamera ustalarından Ertunç Şenkay’a takdim edilecek. 1975’de başladığı sinemada kısa zamanda kamera ustalarından biri olarak öne çıkan Ertunç Şenkay, kariyeri boyunca, popüler Arzu Film güldürülerinden ilk filmlerini yapan yepyeni yönetmenlere kadar herkese verdiği destekle camiada unutulmaz bir yer edindi. Şenkay, görüntü yönetmeni olarak, Halit Refiğ’den Zeki Ökten’e, Sinan Çetin’den Ali Özgentürk’e, Nesli Çölgeçen’den Zeki Alasya’ya, Zeki Demirkubuz’dan Ersin Pertan’a, Mustafa Altıoklar’dan Derviş Zaim’e çok farklı kişilikte birçok yönetmenle başarılı yapımlar gerçekleştirdi. 
İstanbul Kültür Sanat Vakfı tarafından AKBANK sponsorluğunda 3-18 Nisan 2010 tarihleri arasında gerçekleşecek 29. Uluslararası İstanbul Film Festivali programında Oscar adayı 7 film yer alıyor. 6 farklı kategoride 8 kez aday gösterilen bu 7 film, 7 Mart’ta gerçekleştirilecek 82. Oscar Ödülleri heyecanının ardından İstanbul Film Festivali kapsamında izleyiciyle buluşacak.
Dünyaca ünlü Amerikalı moda tasarımcısı Tom Ford’un Christopher Isherwood’un romanından uyarladığı, yapımcılığını üstlendiği ve yönettiği ilk filmi A Single Man, başrolündeki Colin Firth’e İyi Erkek Oyuncu dalında Oscar adaylığını getirdi. Filmde eşcinsel bir üniversite profesörünü canlandıran Colin Firth bu rolüyle Venedik Film Festivali’nde Volpi Kupası’nı kazandı. Başrollerde Colin Firth’e Julianne Moore’un eşlik ettiği A Single Man, İstanbul Film Festivali’nin “Akbank Galaları” bölümünde yer alıyor.
Romantik komedi filmleriyle tanıdığımız Nora Ephron’ın son filmi Julie & Julia’da Meryl Streep, kendine bir kez daha hayran bırakan performansıyla En İyi Kadın Oyuncu dalında Oscar’a en yakın isimlerden biri sayılıyor. 16 defa Oscar’a aday gösterilerek kırılması zor bir rekora da imza atan Merly Streep, bu filmdeki rolüyle Ocak ayında Altın Küre’yi de kazanmıştı. Festivalin “Akbank Galaları” bölümünün merakla beklenen filmlerinden Julie & Julia’da Meryl Streep’e başarılı oyuncu Amy Adams eşlik ediyor.
Oscar ödüllü başarılı oyuncu Helen Mirren, The Last Station’daki rolüyle, En İyi Kadın Oyuncu dalında Oscar’a yakın bir diğer isim. Michael Hoffman’ın yazıp yönettiği The Last Station, Tolstoy ve karısı arasındaki eğlenceli, duygusal ve karışık aşkın hikâyesini anlatıyor. İstanbul Film Festivali’nde Uluslararası Yarışma bölümünde Altın Lale Ödülü için de yarışacak The Last Station’da Tolstoy’un eşi Sofya’yı canlandıran Helen Mirren, En İyi Kadın Oyuncu dalında, Tolstoy’u canlandıran Christopher Plummer da En İyi Yardımcı Erkek dalında Oscar’a aday gösterildi.
En İyi Belgesel kategorisinde Oscar için yarışacak filmlerden ikisi İstanbul Film Festivali’nde NTV Belgesel Kuşağı’nda izleyiciyle buluşacak.
Dünyanın en iyi fotoğrafçılarından biri kabul edilen Louie Psihoyos’un yönetmenliğini üstlendiği The Cove, Japon balıkçıların yunus katliamını konu ediyor. 2009 Sydney, Stockholm, Ghent ve Sundance’te İzleyici Ödülü, Seattle’da En İyi Film, Boston, Los Angeles, Toronto, Denver Sinema Eleştirmenleri’nin En İyi Belgesel ödüllerini kazanan The Cove, En İyi Belgesel dalında Oscar adaylarından…
Judith Ehrlich ve Rick Goldsmith’in nefes kesen belgeseli The Most Dangerous Man in America: Daniel Ellsberg and the Pentagon Papers da, 1971’de gizli Pentagon belgelerini New York Times gazetesine sızdırarak Vietnam Savaşı’nın çevreleyen yalanları afişe eden Daniel Ellsberg’in öyküsünü anlatıyor. Zamanın Ulusal Güvenlik Danışmanı Henry Kissinger tarafından “Amerika’daki en tehlikeli adam” olarak tanımlanan Ellsberg’in şaşırtıcı öyküsünü anlatan film, En İyi Belgesel dalında Oscar adayı.
Yabancı Dilde En İyi Film Kategorisi’nde İsrail’in adayı Ajami bu yılın en çok ödül kazanan yapımlarından biri oldu. Filistinli Scandar Copti ve İsrailli Yaron Shani’nin Filistin–İsrail çatışmasını çarpıcı bir dilde anlattıkları Ajami, İstanbul Film Festivali’nde “Sinemada İnsan Hakları” bölümünde yer alarak Avrupa Konseyi Sinema Ödülü (FACE) için de yarışacak. Filmin yönetmenleri Scandar Copti ve Yaron Shani’nin Festival’e katılmak üzere İstanbul’a geleceğini de hatırlatalım.
29. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde gösterilecek Oscar adayı filmlerin tam listesini aşağıda bulabilirsiniz:

Scandar Copti ve Yaron Shani’nin yönetmenliğini üstlendiği Ajami (İsrail) Yabancı Dilde En İyi Film kategorisinde

Louie Psihoyos’un yönetmenliğini üstlendiği The Cove (ABD) En İyi Belgesel kategorisinde
Armando Iannucci’nin yönettiği In the Loop (İngiltere) En İyi Uyarlama Senaryo kategorisinde
Nora Ephron’ın yönetmenliğini üstlendiği Julie & Julia (ABD) En İyi Kadın Oyuncu kategorisinde
Michael Hoffman’ın yönetmenliğini üstlendiği The Last Station (ABD) En İyi Kadın Oyuncu ve En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu kategorilerinde
Judith Ehrlich ve Rick Goldsmith’in yönettiği The Most Dangerous Man in America: Daniel Ellsberg and the Pentagon Papers En İyi Belgesel kategorisinde
Tom Ford’un yönettiği A Single Man (ABD) En İyi Erkek Oyuncu kategorisinde.

İstanbullu sinemaseverler Oscar adaylarından, Kathryn Bigelow’un The Hurt Locker, Jane Campion’un Bright Star, Paolo Sorrentino’nun Il Divo, Claudia Llosa’nın The Milk of Sorrow ve Tomm Moore’un The Secret Of Kells adlı filmlerini geçtiğimiz yıl 28. Uluslararası İstanbul Film Festivali kapsamında, Michael Haneke’nin filmi The White Ribbon’ı ise Filmekimi’nde izlemişti.
BBC’de yayınlanan bir diziden yola çıkarak Armando Iannucci’nin yönettiği film In the Loop, ABD Başkanıyla İngiltere Başbakanının Ortadoğu’da bir savaş çıkarma heveslerini son derece mizahi bir dille anlatıyor. En İyi Uyarlama Senaryo dalında Oscar’a aday gösterilen In the Loop, Festivalde Comedymax sponsorluğunda gerçekleştirilecek Festivalin bu yılki yeni bölümlerden “Antidepresan” kapsamında izleyiciyle buluşacak.
İstanbul Kültür Sanat Vakfı tarafından AKBANK sponsorluğunda düzenlenen 29. Uluslararası İstanbul Film Festivali, 3–18 Nisan tarihleri arasında gerçekleştiriliyor. Festival, sinemalardan önce geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi bu yıl da önce okullarda başlıyor.
AKBANK sponsorluğunda gerçekleşen 29. Uluslararası İstanbul Film Festivali, heyecanını festival başlamadan okullara taşıyor. Geçtiğimiz yıl İstanbul Film Festivali kapsamında gösterilen Christine Jeffs’in yönettiği Günışığını Temizleme Şirketi adlı film, İstanbul’daki 15 üniversite ve
3 lisenin öğrencileriyle buluşacak. Ücretsiz olarak gerçekleştirilecek film gösterimlerinden önce öğrencilere İstanbul Film Festivali programıyla ilgili bilgi de verilecek.
Film gösterimleri, 8 Mart Pazartesi günü saat 11.00’da İstanbul Ticaret Üniversitesi’nde başlayacak. 1 Nisan Perşembe gününe kadar sürecek gösterimler, aralarında Boğaziçi, Galatasaray, İstanbul, İstanbul Teknik, Koç ve Sabancı Üniversiteleri’nin de bulunduğu
12 üniversitenin yanı sıra İstanbul Lisesi, Üsküdar Amerikan Lisesi ve Robert Kolej’de ücretsiz olarak gerçekleşecek. “Festivalden Önce Okullardayız” detaylı programını aşağıda bulabilirsiniz.
İstanbul Film Festivali’nin “Festivalden Önce Okullardayız” gösterimleri kapsamında
17 Mart Çarşamba günü Boğaziçi Üniversitesi’nde yer alan Mithat Alam Film Merkezi’nde gerçekleşecek söyleşiye Uluslararası İstanbul Film Festivali Direktörü Azize Tan konuk olarak katılacak. Saat 16.00’da başlayacak söyleşiye Azize Tan, 29. Uluslararası İstanbul Film Festivali programında yer alan filmler hakkında bilgi vererek öğrencilerin sorularını cevaplayacak.
PasoFilm! kartıyla öğrenciler, Festivalde daha da avantajlı!
İstanbul Film Festival’den öğrencilere bir avantaj daha! Üniversite ve lise öğrencilerine festival boyunca avantajlar sağlayacak PasoFilm! kartı 8 Mart Pazartesi gününden itibaren
İKSV binasından ve “Festivalden Önce Okullardayız” gösterimlerinin yapılacağı bütün okullardan, 10 TL karşılığında temin edilebilecek.
PasoFilm! kartıyla öğrenciler; festival biletlerinin genel satışı başlamadan, öncelikli bilet alımı yapabilecekler. İzlemek istedikleri filmlerin biletlerini, 19 Mart Cuma günü, 10.00–19.00 saatleri arasında İKSV binasından, tükenmeden alabilecekler. 29. Uluslararası İstanbul Film Festivali kitapçığına ücretsiz sahip olabilecekleri gibi hafta içi gündüz seanslarından birine davetiyeyle girme hakkı kazanacak, Festival buluşma noktalarında Festival süresince indirim kazanacaklar.
29. ULUSLARARASI İSTANBUL FİLM FESTİVALİ 
“FESTİVAL’DEN ÖNCE OKULLARDAYIZ” FİLM GÖSTERİM PROGRAMI
 
8 Mart Pazartesi İstanbul Ticaret Üniversitesi Büyük Konferans Salonu 11:00
9 Mart Salı Koç Üniversitesi Sevgi Gönül Kültür Merkezi 14:30
10 Mart Çarşamba Galatasaray Üniversitesi Cep Sineması 14:30
11 Mart Perşembe Yeditepe Üniversitesi İletişim Fakültesi Cep Sineması 12:00
12 Mart Cuma Beykent Üniversitesi Konferans Salonu 12:30
15 Mart Pazartesi Kadir Has Üniversitesi Cibali Salonu 14:30
16 Mart Salı Doğuş Üniversitesi Avni Akyol Amfisi 12:30
17 Mart Çarşamba* Boğaziçi Üniversitesi Mithat Alam Film Merkezi 16:00
18 Mart Perşembe Kültür Üniversitesi Önder Öztunalı Konferans Salonu 14:30
19 Mart Cuma Bahçeşehir Üniversitesi Büyük Konferans Salonu 14:30
22 Mart Pazartesi Bilgi Üniversitesi Sinema Salonu 16:00
23 Mart Salı Maltepe Üniversitesi Mustafa Necati Konferans Salonu 14:30
24 Mart Çarşamba İstanbul Teknik Üniversitesi KSB Oditoryumu 14:30
25 Mart Perşembe Sabancı Üniversitesi Sinema Salonu 13:00
26 Mart Cuma İstanbul Lisesi Konferans Salonu 13:30
29 Mart Pazartesi İstanbul Üniversitesi Cemil Birsel Konferans Salonu 14:30
31 Mart Çarşamba Üsküdar Amerikan Lisesi Oditoryum 15:30
1 Nisan Perşembe Robert Kolej Projeksiyon Salonu 15:30
Her geçen yıl Uluslar arası alanda adından daha fazla söz ettirerek markalaşma yolunda büyük adımlar atan İstanbul Film Festivali 28. kez İstanbul’u sinemaya doyurdu.
Altın Lale peşindeki filmlerle, lale devri çocukları olup, kendimizce maratonlar yaptığımız iki hafta boyunca çevremizdekilerle sinema konuştuk, yeni sinemaseverlerle tanıştık, film aralarında ne olduğunu, nasıl olduğunu anlamadığımız hızda yedik içtik ve bir sonraki filme yetiştik. Beyoğlu’nda 4 sinemada geçen zamanları yad edeceğimiz günler ise bir sonraki festival dönemine değin sürecek anlaşılan…
Kriz ortamında ne olacak, etkilenecek mi soruları arasında başlayan festival her yönüyle tıpkı sponsor firma reklamlarında olduğu gibi “bazı şeylerin devam ettiğini bilmek güzel” dedirtti yine. Hafta içi gündüz seanslarının bilet fiyatlarındaki ucuzluk, yoğun taleple karşılandı. Bazı filmlerin biletleri ise çok kısa sürede tükenmişti bile.
İki hafta boyunca 7 sinemada gerçekleşen gösterimlere festivalin bilançosu ise şöyle…
455 seansta gösterilen film adedi 200
Toplam seyirci rakamı 162.000
Yan etkinlik olarak da 9 sinema dersi ve söyleşi, 2 parti…
Festivale dair gözlemlerimi portalda elimden geldiğince yazmaya çalışmıştım. Ama kendi adıma basın gösterimleri dahil günde altı film izlemeye çalışma çabasının getirdiği yorgunlukla baş edemediğimi de söylemem gerek. Kaçırdığım film kalmasın diye yaşadığım maratondan arta kalan zaman uykuya dahil olunca, bir şey yazmak söylemek pek de mümkün olamadı…
4 Nisan’da başlayan festivalin en güzel dönemi hiç kuşkusuz ikinci haftasıydı. İlk hafta daha çok film izleme yoğunluğuyla geçip gitti. Ama bir ikinci hafta var ki, meraklılarını mest etti. 10 Nisan Cuma başlayan yoğunluğun ilk adımı elbette kült oyuncu John Malkovich oldu. Kendileri Beyoğlunda halkın arasına katılınca, oynadığı filmin gösterimine zor yetişebildi. Herkese imza dağıttı, fotoğraf çekildi herkes John Malkovich oldu… Yetmedi onur ödülünü aldıktan sonra bir de sinema dersi verdi…
Aynı hafta sonu Cuma ve Cumartesi’ne Peter Greenaway de damgasını vurdu. Yoğun talepler karşılanan sinema dersi, birden ikiye çıktı, belgeselinin gösteriminden önce seyircinin karşısına da çıkarak kendine hayran bıraktırdı bir kez daha…
Ricky’nin gösterimine de François Ozon konuk oldu ve özellikle Cumartesi günü festival izleyicisi için ayrı bir önem taşıdı. Bolca kahkahalar eşliğinde izlenen film sonrası Ozon’u sorulara cevap verirken görmek, halini tavrını sempatik bulmak olası… Gösterim sonrası salonun önünde ortalığa gülücükler saçması, biletleri dvdleri imzalaması fotoğraf çekilmesi ile herkese teşekkür etmesi ise ayrı bir incelik…
Animasyona meraklı sinemasever içinse son cumartesi özeldi… Önce “Ahmaklar ve Melekler”e bilet alındı… İçeriye girildi ama salonun önündeki masada sıcak bir adama rastlamak güzel bir süprizdi… Sponsor firmanın dağıttı dondurmalar bir yanda, bağımsız animasyon ustası Billy Plympton bir yanda. Üstelik neyi varsa getirmiş, bir sonraki projesi için finansman sağlamak adına satıyor, üstelik imzalayarak… Hiç bir şey almayana da karpostala yaptığı çizimleri hediye ediyor… Aldık hediye karpostalı, yetmedi koştuk sinema dersine durumu oluştu herkeste… Sinema dersi de hayli eğlenceliydi. Ucuz, kısa ve eğlenceli olması gerektiği formülünü kazıdık beynimize…
İkinci hafta sonu, bolca hit film, bolca yönetmen katılımlı gösterimlerle daha yoğun ve kalabalık geçti hiç kuşkusuz. Film çıkışı gazetesini almaya alışık olan izleyici, sponsor firmaların promosyon dağıtımlarıyla da hoş zamanlar geçirdi. Festivalin en ilginç dipnotu yenilenen Rüya sineması hakkında yapılan esprilerdi elbette. Koltuklarının yenilenmesi şart olan sinema olarak film izleme rahatlığı sunmaması önemli zorluklardan biri olarak geçti notlara. Aynı söylemi Atlas sineması için de söylemeli… Koltuk aralarının darlığı en büyük engel hala… Bu açıdan her zamanki gibi herkesin tercihi yine Emek sineması oldu elbette. Beyoğlu sineması ise her bakımdan yenilenmeli gibi duruyor.
Gelelim film tercihlerine… Aslında bu konuda her tercihe göre film vardı klişesi kullanılabilir. Ama yoğun olarak sinema yazarlarının tavsiyelerine uyulduğu çok belliydi… Festival kitapçığını inceleyip kendi filmlerini tek tek seçen izleyici vardır mutlaka ama, herkes gelen tepkilere göre gitti gişeye.
Altın Lale peşindeki filmlerin gösterimleri elbette bol izleyici çekecekti ve çekti de… Diğer bölümlerin filmlerinde durum genelde farklı örneklere yapılmış tercihler şeklindeydi… Bu zamanda stop-motion örneğine rastlamak çok zor örneğin, bu sebeple $ 9.99’a bilet çoktan tükenmişti. Farklı anlatımı deneyen filmlerin ilgisi dışında, seçilmiş klasikler de yoğun ilgiyle karşılandı. Seyirci filmleri dvd’lerinden de izleyebilirdi, internetten de bulabilirdi, ne de olsa kriz ortamıydı… Ama boş koltuk görülmeyen klasik filmler gösterimleri seyirci ve festival adına sevindirici oldu. En güzel notlardan biri de türk sinemasının son dönem örneklerinin yönetmen katılımlı gösterimlerine verilen tepkiydi. Hem filmler izlendi, hem de yönetmenlerle bağ kurulmuş oldu.
Beğendiğim filmleri belirterek yazıya son vereyim adet olduğu üzere… Hayal kırıklığı yaratan filmleri yazmaya gerek yok… Liste pek kalabalık değil zaten… Beğendiklerim ise hayli uzun bir liste oluşturuyor… Ozon’un Ricky’si yaygın gösterime de katılacaktır zaten, kendi kitlesince beğeniyle karşılanacak. Herkesin dilinde olan “Günışığı Temizleme Şirketi” üzerine de pek bir şey söylemeye gerek yok. Siyah beyaz olması mı, arada anlatılan küçük hikayeleri mi etkiledi bilmem ama “Zift”, Biraz Tanrıkent’i hatırlatsa da başarılı yaratılmış kaosu ile “Kuduz Köpek Johnny”, Almanya’nın ve festivalin hit filmi Baader Meinhof Komplex, Altın Laleyi alan Tony Manero, opera şarkılarıyla casus fonu yaratan Şarkı Söylemenin Keyfi, Tuhaf ironileriyle seyirciyi fetheden “Bu filmde Ben Varım”, Hint kumaşı muamelesi yaptığımız “$ 9.99”, Moodysson dolayısıyla “Mamut”, farklı anlatımıyla “Il divo” diye başlayan hayli uzun bir listem var. Çok da farklı değil aslında, festivali sürekli takip edenler için…Gelelim son söze, toplam 200 film, 7 sinema, bolca yönetmen katılımlı gösterimlerle İstanbul bir lale devrini iyi seçilmiş filmlerle kapattı… Sinemaya doyan lale devri çocukları ise dört gözle yenisini bekliyor…

28. İstanbul Film Festivalinin onur konuğu olarak gelen usta aktör John Malkovich, iki günlük bir fırtına estirdi…
Cuma günü geldiği İstanbul’da önce bir basın toplantısı yapan aktör, en sevdiği yazarlardan birinin Orhan Pamuk olduğunu belirterek, Kıbrıs savaşı ile ilgili bir filmde oynayacağını söyledi. Daha sonra taksim’de halkın arasına karışan oyuncu Emek sineması sokağına yürümekte de zorlandı… Gördüğü yoğun ilgiden dolayı rahatsızlık duymayan, imza dağıtan, resim çektiren oyuncu herkesin takdirini topladı.
Belalı Düğün filminin gösteriminden önce onur ödülünü alan oyuncu, yapmaktan keyif aldığı bir şey için ödül almanın büyük keyif olduğunu belirterek teşekkür etti.
Cumartesi günü Pera Müzesi salonunda bir sinema dersi vererek sinema üzerine deneyimli aktaran oyuncu, rezervasyonu kısa sürede tükenen etklinlikte de yine yoğun ilgiyle karşılandı. Rezervasyon yaptıramayan sinemaseverler için cafeden yapılan naklen yayında aynı ilgiyle karşılanınca, İstanbul’lu sinemaseverlerin iki gün boyunca John Malkovich olduğu görüldü…

François Ozon, filmin galası için İstanbuldaydı, soruları yanıtladı…

28. İstanbul Festivalinin merakla beklenen günlerinden biriydi hiç kuşkusuz François Ozon’un katılımıyla gerçekleşen “Ricky”nin gösterimi… Gösterilen yoğun ilginin görülmeye değer olması bir yana filmin de salonu dolduran izleyiciden alkış alması keyfi katlamış oldu.
Filmden önce sahneye çıkan Ozon filme dair birkaç ayrıntı verip, film bitimi sorularınızı cevaplayacağım dedikten sonra küçük bir çocuğun ekseninde ailenin önemini anlatan bir filmle karşı karşıya kaldı seyirci. Tüm beklentileri karşılayan son Ozon filmi meselesini o kadar iyi anlatıyorduki, pek soru soran da çıkmadı.
Dul bir kadın ve küçük kızının öyküsüne açılan film, kısa sürede kendine sevgili bulan Katie’nin doğan yeni bebeği ile ilgili daha çok… Ama sadece görüntüde… Temelde Ozon ailenin önemini, biradalığını anlatıyor. Soru cevaplar arasında kurgu yaparken fark ettim dediği “Sitcom”u andırıyor Ricky. Ailenin başına gelenler yeniden toparlanma ve bir araya gelmeyle vücut buluyor. Bebeğin doğumu sırasında her şey normal giderken birdenbire Ricky’nin kanatlarının çıkmasıyla değişiyor. Bir melek gibi görünen ricky’nin kanatlarının çıkması sonrası yaşanan komik anlarda filme yakınlaşmayı sağlıyor bolca. Yönetmenin ışığı daha farklı ama ustalıklı kullandığı film olarak nitelendirelebilecek Ricky hiç kuşkusuz görülmesi gereken filmlerden… Yakın zamanda yaygın gösterime girmesi de büyük olasılık…Seyirciye kalan ise, iyi bir filmi izlemek ve yönetmeniyle bizzat tanışmak oldu hiç kuşkusuz…
Ben ne yaptım?… Filmden sonra bolca resim çektim… Gösterim sonrası fuayede biletimi imzalattım, dvdleri yanımda getirmediğime kahroldum ama iki çift laf ettik en azından… Arkadaşlarda neden resim çekilmedin Ozon’la diyor ama ne biliim bana göre değil o tip şeyler…

Peter Greenaway; belgeselinin gösterimine katılarak filme ait dipnotlar verdi…

Geçen yıl, ünlü ressam Rembrandt’ın tablosunu ele aldığı aynı adlı film “Nightwatching – Gece Devriyesi”nin gösteriminden sonra bu kez yine aynı tabloyu belgesel formatıyla ele alıyor.
Rembrandt: İtham Ediyorum” adlı bu çok yönlü belgeselin gösterimi öncesinde yönetmen bir sunum yaptı. “Nightwatching”i izlememiş olanlar için küçük dipnotları veren Greenaway satır aralarında resimle kurduğu ilişkiyi de eğlenceli bir dille anlattı. “İlk önceleri 2 bekçi, dört köpek vardı… Resmi çalmayacağımı anlayınca köpeklerin ve bekçinin sayısı bire düştü. En sonunda da bana o kadar güvendiler ki anahtar verdiler” diyerek resimle olan ilişkisinin günlerce sürdüğünü dile getirdi. Sinema dersi etkinliği’ne katılması gerektiği için soru cevap yapılmayan konuşma sonunda çevirmenine de takılıp, “hiçbir şeyin çevirisi yapılamaz” sözü sonrası alkışlarla uğurlandı…
Konuşmasının satır aralarında dile getirdiği barok dönem ressamlarının suni ışık kullanması ile sinemayı doğurduğuna değinen Greenaway 86 dakika boyunca resimdeki her karakteri ve duruşun, resimdeki her öğenin madde madde adeta kodlarını veriyor… Bu kodların ilk anda fark edilmeyecek detaylardan oluşması da resim kökenli yönetmen için sürpriz değil…
86 dakika sonunda izleyiciye bu nasıl gözlemdir dedirten Greenaway, resimden yola çıkarak ressamın kişiliğini de sorgulayıp, sonunda da itham ediyor.
Görsel sanatlara meraklı olanların ağzını açık bırakacak film yaşanması gereken bir deneyim olarak görülüyor ağız birliği yapmış izleyici için…
Film sonrası Peter Greenaway’in sinema dersi de muhteşemdi en azından benim için. İstanbul Film Festivalinin programı açıklandığı anda tek geçeceğim ismi görmek yetti de arrtı bana. Festivale akredite olma sebebim de Peter Greenaway’di… Mersin’den kendi imkanlarımla hesapsız kitapsız festivali takip etmeye kalkmak kolay değil ama Greenaway etkinlikleri sonrası düşüncem herşeye değdiği…

Atları da vurdular…

Geçen yıl kaybettiğimiz usta yönetmen Sydney Pollack’ın adının yanında yer alan “They Shoot Horses, Don’t They?- Atları da Vururlar” İstanbul Film Festivalinde “Anılarına” başlığı ile tek gösterimle seyircisiyle buluştu.
Üstadın 1969 yapımı filmi bir dans maratonu eşliğinde kazanma hırsının sonuçlarını göstermiş, sinema klasikleri arasına çok geçmeden katılmıştı. 9 dalda aday olduğu oscarlardan ise sadece bir tanesini kucaklamıştı. (Ki o da yardımcı oyuncu oscar’ı idi) Atlas sinemasında yapılan Atları da vururlar gösterimi ise hayli sevindirici şeyleri resmetmiş oldu. Bunlardan en önemlisi salonun dolu olması, bu yoğunluğun da genç nesilden oluşmasıydı…
Klasik fimlere gösterilen ilginin boyutlarının görülmesi açısından seyirci açısından da bazı saptamalar yapılabilirdi ki bu daha da önemli noktaydı… Ekonomik krize dayalı olarak gelen acaba etkilenir mi soruları arasında hafta sonu yapılan gösterime gösterilen ilgi bu açıdan sevindirici…Filme gelince… Elbette ne desek boş… Klasikler arasına girmiş film kendini seyircisine hala yeni gösterimleriyle yorumlatmakta zaten… Söylenebilecek tek söz bir klasiğin festival seyircisinin karşısına çıktığında gördüğü ilgi olabilir sadece ama bu ilginin bir sonraki kuşaklara da geçeceği oldukça aşikar…
Yıllar önce televizyonda izlediğim filmi, Festival kapsamında Atlas pasajında izlemek ise benim için harika bir deneyimdi…