‘Hazım Körmükçü’ Kategorisi için Arşiv

Boğulmuş bedenler

Beş romanı yayınlanmış bir yazarın İbrahim Altun’un, Sıcak ile uğraştığı günlerde anlattığı ana hikayeden etkilenen Abdullah Oğuz’un roman taslağını okuyup film yapmayı kafasına koyduğu bir proje olarak karşımızda. Oğuz’un yıllar sonra okuduğu taslak bir yana Altun’un da yazarken film olacağını düşünüyordum diye tanımladığı hikayesi genel hatlarıyla “Kötülük” “Vicdan azabı” ve “Mutluluğu Aramak” kavramları üzerinden kurulan bir üçgeni ele alıyor. Bunu romanda başarmak elbette mümkün… Ama iş senaryolaştırmaya gelince farklılıklar elbette çıkıyor ortaya. İbrahim Altun, film için gerçekleştirilen röportajında da bu konuya değiniyor.
“Hem birbirlerine çok yakın hem çok uzak alanlar aslında. Aralarında tehlikeli bir sınır var, birbirlerine hem dost hem düşman. Biri karınız, diğeri metres.” sözleriyle roman ile senaryo arasındaki farklılıklara değinirken, romandan senaryoya geçişte değişenleri ise şöyle dile getiriyor. “İlk yazdığım taslak neredeyse birebir romanın aynısıydı fakat bu şekliyle sinema için pek uygun olmayacağını gördük. Sanırım filmin çekimlerinin bittiği güne kadar, yaklaşık dokuz ay sürdü. Aynı öyküyü çok farklı biçimlerde yazdık. Romanda, Yusuf ve Meryem arasındaki karıkoca ilişkisi ve bundan kaynaklanan sorunlar ön plandaydı. Filmde bunları en aza indirdik. Bir kere mekan değişti. Roman Akdeniz sahillerinde bir koyda geçiyor, film ise bir adada. Mekanı değiştirmek hikayenin trafiğini de farklı bir yere götürdü. Romandaki yan karakterlerin tümünü atıp senaryo için yeni karakterler bulduk. Aynı konuyu farklı bir mekanda ve farklı bir bakış açısıyla yeniden yazdım diyebilirim. Senaryo aşaması benim için çok sancılı oldu.”
Romandan filme geçişte kalan “Vicdan Azabı” teması olmuş. Mekan değişmiş, tüm yan karakterler değişmiş buna birde çekim süreci eklenmiş. Filmin başrol oyuncuları ilk anda düşünülen oyuncular değil. Yusuf karakteri için sırasıyla Erkan Petekkaya ve Okan Bayülgen’le anlaşılmış. Niko için de Ufuk Bayraktar ve Yavuz Bingöl ile. Ama uymayan programlar yüzünden roller Hazım Körmükçü ve Cem Özer’e gitmiş. Ebru Akel için düşünülen ise başka bir karaktermiş. Roman’dan filme geçişin senaryo yazımı aşamasında sık sık değişmesi birçok karakterin dünyası ve yapısını değiştirmesi bu yüzden filmde her daim kendini gösteren eksikliklerden. Bir şeyle çok uğraşmak yapıyı tamamlamak isterken bazen tamamen bozmak anlamına geliyor ki burada da yaşanan durum bu.
Abdullah Oğuz, Mutluluk’tan sonra bir kez daha romandan yola çıkıyor, ilgi duyduğu alanlara kamerasını odaklamayı tercih ediyor. Ama sürekli bir şeyler eksik halde. Evliliklerinde sorunlar yaşayan çiftin Meryem’i hamile, Yusuf’u ise aldatan eş. Aralarındaki uyumsuzluk çok da fazla işlenmeden, bir bağ kurulamadan kaza yapmaları ise tam anlamıyla kaza… Tüfeğiyle kaçan askere çarpıp ölümüne sebep olmak tam bir kabus olunca, Yusuf içinde bulundukları ormanlık alana gömmekte buluyor çözümü. Bu sırada Meryem’in yaşadığı şok ise hayli karikatür bir görüntü veriyor. Afişte görünen duruş ağır çekimle resmediliyor ama bir faydası yok hiçbir şeye. Sonrası daha tuhaf zaten… Özellikle Meryem karakteri yaşadığı vicdan azabını o kadar komik ve tuhaf hallerle dışa vuruyor ki, karaktere yaklaşmak veya anlamak bir yana ne bu abartı yargısı çıkıyor sık sık ortaya. Bedende sıkışmışlık duygusunu vermeye çalışmak güzel bir çaba ama bunu iyi bir oyunculuk olmadan yakalamak da aktarmak da zor. Ebru Akel bu anlamda bolca eksi ile sınıfta kalıyor. Yusuf filmin kötüsü olarak sürekli geride kalan karakter gibi… Eşiyle aralarında açılan mesafe gitgide büyüyor he sahnede. Hikayeye katılan Niko da, vicdan azabı çekenlerden. Bu anlamda da Meryem’le örtüşmesi, aralarındaki sahnelerin de vicdan azabının paylaşılıp, tavana vurduğu sahneler olması planlanıyor ama nafile. İkilinin uyumsuz halleri o kadar sırıtıyor ki… İçlerindeki ifade etmedeki uyumsuzlukları nasıl görülmemiş anlamak zor. Cem Özer Niko’ya fazlaca ağırlık veriyor, yaşını ve duruşunu çok ağırlaştırıyor öncelikle. Bu da kurulmak istenen yapının hiç kurulamamasını, bozulmasını sağlıyor.
İlk başta kazadan sonra, askerin telefonunu yanına almak hatası (daha çok mantıksız hata) telefon çaldıkça Meryem’in kulaklarını tıkayıp bedeninde sıkışmışlığını gösterme abartısı da tuhaf saçmalıklardan. Asker neyse de, tüfeği arayan askerler de Yusuf ve Meryem’in üzerine kabus gibi çökemeyince sıkıntılı anlar başlıyor. Film uzuyor da uzuyor. Meryem’in kocası tarafından aldatıldığını öğrendiği andan sonra yaptıkları da hayli tuhaf… Bir türlü duygu aktarılamıyor karşıya bu anlamda.Söz konusu vicdan azabı ise, verilmek istenen bedeninde sıkışmış karakterler ise yapılmaması gerekenler konusunda ders veriyor “Sıcak”… Bir türlü kuramadığı atmosferle sınıfta kalıyor. Bu konuda yapılmış iyi örnekleri izleyerek bir hazırlık aşaması yapılsaydı keşke. Berkun Oya’nın “İyi Seneler Londra”sında sıkıştırdığı bedenleri gördükten sonra izleyici adeta sıcaktan bayılacak gibi oluyor, filmde muhtemelen iyi niyetli başarısız deneme olarak kayıtlara geçiyor…
Balık deniz’i görebilir mi?

Aslı, güzel sanatlar fakültesi resim bölümünde son sınıf öğrencisidir. Bir gün hocasından ödünç aldığı oldukça değerli bir kitabı kaybeder. Kitap eski ve orijinal bir minyatür kitabıdır ve bu kitabı kaybetmiş olmak Aslı’ya psikolojik olarak oldukça ağır gelmektedir. Üstelik kitabı tam olarak nerede ve kaybettiği, gün içinde ne zaman kaybettiğini de hatırlamamaktadır. Bu durumda, en yakın arkadaşı Nevin tarafından bir psikiyatriste götürülür ve psikiyatrist doktor Melih de “geçici hafıza kaybı” tanısı koyarak hipnoz önerir. Kitabı kaybettiği günü bir hipnoz seansının içinde yeninden ve sırasıyla yaşamaya başlayan Aslı, hipnoz içindeyken tanımadığı ve ürkütücü bir adamla karşılaşır. Kitabını bulmaktan başka bir şey düşünemeyen Aslı, hipnozda karşılaştığı adamın hikayesiyle birlikte saklı kalmış bazı gerçekleri de öğrenecektir. Aslı’yla birlikte Melih ve Nevin de, geçmişte kalan aile sırları, masallar, bir çocuğun hayalleri, İstanbul ve Burgaz Ada’nın gizemli atmosferinde bir yolculuğa çıkarlar.
Bu farklı konusu ve hipnozun da yardımıyla, iyi bir jenerikle açılıyor film. Klasik bir türk filmi izleyemeyeceğimizi kanıtlamaya çalışırcasına giren planlar ve replikler, daha baştan bu çabanın eksisini gösteriyor aynı zamanda.
Anne’nin oğluna masal anlatması Özge Özder sayesinde parlayan anlardan. Ama dinleyen çocuğun gözlerinden anlam çıkarmak için gözbebeklerini oynatmasına dair isteklerle yakalanan görüntülerde bir o kadar anlamsız, bir o kadar gereksiz.
Masaldan cümlelerden animasyona dönüştürme işlemi ise çok başarılı. Hele masal sahnelerinin hepsi animasyon halinde olup, anne-oğul karşımıza bu kadar sık gelmese tadından yenmez bir hal alırdı.
Aslı rolündeki Damla Tokel’e de bir parantez açmak gerekiyor. Emrah’ın kadın versiyonu gibi her daim boynu bükük duran biri olması da, Asia Argento’yu andıran fiziği de hayli ilginç.

Senarist Yönetmen Gökhan Yorgancıgil, ilk filminde gerçek olaydan yola çıktığını belirtse de, masal bölümleri hariç, bahsettiği dokuyu yakalayamamış. Hatta filmin basın bülteninde yer alan bazı ifadeler hayli şaşırtıcı kalıyor. “Sıfır Dediğimde tıpkı 1001 Gece Masallarındaki gibi, Doğu’nun mistik ve gizemli dünyasına bir yolculuk… Doğu ile batının, hayal ile gerçeğin iç içe olduğu bir film” cümlesinde geçen doğu ile batının iç içeliği hiç yansımamış maalesef. Hele 1001 gece masalları örneği havada asılı kalmış. Yine de yönetmenin bu cümleleri ulaşmaya çalıştığı çıtayı göstermesi açısından önemli dipnotlar haline geliyor. Nihayetinde tamamıyla bizden bir malzemenin işlenme çabası başarıyla gerçekleştirilememiş bile olsa takdir edilecek bir çaba.

Hipnoz seansı sırasında noktadan, kuşun gözüne yapılan geçişle başlatılan animasyon sahneleri, yaratılan hava gelecek için ümit veriyor.

Oktay Kaynarca ile Hazım Körmükçü’nin ses renklerinin birbirine benzemesi, Psikoloğun bazı sahnelerde pek de kendinden emin davranmaması, Damla Tokel’in hipnoz sahnelerindeki başarısız performansı filmin eksileri olarak akılda kalıyor.

Son dönem Türk sinemasının 60’ların klasik siyah beyaz filmleri dokusuna yaklaşmaya çalıştığı dönemde farklı bir yol deneyen Yorgancıgil iyi bir başlangıç yapamamış olsa da mutlaka devam etmeli… İyi bir çıkış noktası yakalansa da varış noktasına tek parça halinde varamayan “Sıfır dediğimde” yine de farklı film izlemek isteyenleri memnun edebilecek bir film.